Latife Tekin’in kitabının adı, “sevgili Arsız Ölüm” dür; bense bu yakıştırmayı yaşam için uygun bulmaktayım. Yaşam, gerçekten hem sevgilidir hem arsız!…Bunu görmek için taşların arasından fırlayan çiçeklere, her baharda fıkırdar gibi uç veren ağaçlara, yaşamak için verdiğimiz bunca mücadeleye bakmak yeter…
Bazen yaşamın bu kadar arsız olması canımı acıtıyor; daha doğarken ya da doğduktan sonra telef olan nice hayvan, nice bebek var; öte yandan 8 milyar bulan dünya nüfusu içinde yiyecek bulamayan, savaşlarda ölüp giden, sokaklarda kaybolan ne çok insan söz konusu ki, varlıkları sayılardan öteye gidememekte. İşte, Suriye’den Afganistan’dan kaçıp Türkiye’ye sığınan insanların durumu; şimdi de paket gbi başka yerlere sürülmekteler ki, resimlerini görmek bile can yakıyor. Savaş içindeki ülkelerle, mülteci kamplarındaki “yaşamı” düşünmek bile istemiyoruz ama oralarda da yüzbinlerce insan “yaşam” mücadelesi veriyor; yaşam onlar için de değerli… Kısacası, başka canlılar bir yana, “eşref-i mahlukat” sayılan insanın bile değeri duruma bağlı; kimi yük olarak görülüp insan olma değerini yitirmekte, hakkı da, yurttaşlığı da yok; kimi el bebek gül bebek bakılıp büyütülürken, kimi milyar dolarlarla oynamakta.
Kuşusuz yaşamın arsızlığını anlamak mümkün. Binbir tür içinde var olup devamlılığını sağlarken, tek amacı da telefatı dikkate alarak kendini garanti altına almak… Yani, şu veya bu türün varlığından çok, yaşamın sürüp gitmesi önemli; evrim dediğimiz değişim de bunun gereği… Kim koşullara uyum sağlıyorsa o yaşamaya devam ederken, yaşam da kendini böyle sürdürebilmekte.
Bu nedenle yaşamın çeşitlenmesi gibi değişim de zorunda… Cansız maddeden canlı maddeye, oradan insan türüne ulaşan yaşamın uzun yolculuğunun insanla sınırlı olmaması gibi, insanla bitmeyeceğine de kuşku yok. Yine de, insanın yaşam açısından çok farklı bir yeri olduğu düşünülebilir.
Herşeyden önce insan yalnız doğal değil, kültürel bir varlık; kültür de doğada olmayan birçok yaşamı ve yaratıcılığı barındırmakta. Bu nedenle, insan madde olarak sınırlansa bile, üretip yarattıklarıyla enerji olarak yaşamı hem değiştirdiği hem katmanlandırdığını düşünmek yanlış olmaz.
Hani yaşamın anlamını düşünür de, çok doyurucu yanıtlar bulamayız ya, yaşamın sonsuzluğu içinde insanın yaşam biçimi ile ürettiklerinin de bir değeri olup olmadığını düşünürüm bazen. Ancak bu düşüncenin korkutucu yanları da yok değil; yani, şiir, resim, müzik, edebiyat, bilim derken doğal yaşama kültürel bir boyut katan insan emeğinin bu yeryüzü ve insanlar için anlamı büyük; ancak insanın yaşama katkısı yalnız şiir, müzik değil, bir dolu barbarlık ve acımasızlık da… O nedenle yaşam insandan öğreniyor ve buna göre evriliyorsa, insanın yeryüzündeki yaşamı savaşları, şiddeti, yoksulluğu, adaletsizliği ile katlanılmaz hale getirmesi gibi yaşamın sonsuz enerjisine katkısının da olumsuz olma ihtimali var!…
Korkutucu değil mi!…Kimin ne olduğuna, nasıl olduğuna aldırmak da yaşamın işi olmadığından, aldıracak olan varsa, onlar da insanlar…
O nedenle Mevlana’nın şu sözünü hatırlayarak yaşamak gerekiyor; “Hayat, olması gerektiği gibi değildir, olduğu gibidir. Onu değiştiren yaşama biçiminizdir.”
Sonuç olarak,”iki arada bir derede” yaşarken, yaşamın arsızlığının aksine insanlık için, -en azından şimdilik-yaşayabileceği tek yerin yeryüzü, varlık ve güvenlik duyacağı tek anlayışın “insanlık” olduğunu bilere yaşamak gerekiyor sanırım.