Aslında “iki arada, bir derede” lafının hikmeti büyük. Adına ömür dediğimiz, doğum ile ölüm arasında uzanan, kendi gerçekliklerimiz ile içinde bulunduğumuz koşullarca çizilen bir yolda yürüyoruz ya, bu yolu yürürken “arada” “kalmalarımız hiç bitmiyor.
En başta, evrendeki “hiçliğimiz” ile kendi dünyamızdaki “beyliğimiz” arasında kalmaktayız. En yaman çelişki de bu!… Sonra, bir yanda aklımız ile duygularımız, gerçeklerimiz ile hayallerimiz gibi kendi kendimizle, öte yanda “benle” dış dünya, bu dünyanın gerçekleri “arasında” kalmalar giriyor devreye… Yaşam denilen geçitte bu düğümleri çözmeyi becermek vezir etmez insanı ama iyi kötü yüzmeyi öğrenmek olur ki, boğulmaktan kurtarır… Yıllar geçtikçe her ikilem, her arada kalışla birlikte derenin debisi, suyun dönemeçleri arttığından yaşamak giderek rafting yapmaya benzer; her dönemeçte kayık değiştirenler, geriye dönenler de olur; kendileri kalarak kıyıya ulaşanlar da…
Yine de, Candan Erçetin’in söylediği şarkıdaki gibi, Elbette…
Güneş her akşam batıp her gün doğuyorsa
Çiçekler solup solup tekrar açıyorsa
En derin yaralar kapanıyorsa
En büyük acılar unutuluyorsa
Neden korkulur hayatta söyleyin bana
Evet, ama öyle ama böyle derede yüzmeyi öğreniriz; öğrendiklerimiz ve yaptığımız seçimlerle de “insanlığın” yolu döşenir. Günümüz insanının (homo sapiens) 50 bin yıla uzanan tarihini de, işte, bu öğrendiklerimizle seçimlerimiz yazar… Ne yazık ki, uygarlıktan söz ettiğimiz bugün de savaşı, açlığı, yoksulluğu ve adaletsizliği sona erdiremediğimize göre, öğrendiklerimizle seçimlerimiz yetmemiş demektir!… 8 milyara yaklaşan dünya nüfusu içinde ancak 1 milyar insan, hani “insan onuruna yakışır” yaşam deniliyor ya, öyle bir yaşam sürebiliyorsa aşağıdaki şiirdeki gibi, “insan aşkına” maruzatta bulunmak da kaçınılmaz.