Korona günlerinde ütopya ile distopya arasında.

Korona belası devam ediyor. Bugüne dek 220 binden fazla insan öldü; 100 yıldır böyle bir felaketin yaşanmadığı dünyada korona salgının hepimizi afallattığı açık. Hani, uzaya filan gidiyorduk, organlar yeniliyor, ömrü uzatıyorduk derken, küçücük bir virüs çoğumuzda distopik bir etki yarattı denilebilir. Yol açtığı ekonomik çöküntüye anlamlı çareler bulunamazsa, distopya daha da gerçek olacak gibi…

Aslında insanlığın yeryüzündeki bu serüveninin “ütopya ile distopya” arasında salındığı düşünülebilir. Her çağda yaşanan ütopyalar ile distopyalar var ve zaman içinde ütopyaların bir kısmı gerçekleşirken, distopyalar da bitmemekte. Örneğin günümüzün en büyük distopyasının artan küresel ısınma ile yeryüzündeki yaşamın tehlikeye girmesi olduğu söylenebilir; bu konuda yeterli duyarlılığı gösteremezken şimdi bir de küresel pandeminin yol açtığı ve açacağı dsistopyalar karşısındayız. Belli ki, insanlık olarak öğrenmemiz gerekenler var.

Bugüne dek yazılmış ütopik veya distopik kitaplardan söz eden Ütopya Edebiyatı adlı kitaba göre, ütopya hem “olmayan” hem de “iyi yer” anlamında üretilmiş bir kavram. “Yaşama geçirilemeyecek kadar iyi yer” olarak düşünülen ütopyanın karşısında da “yaşama geçirilemeyecek kadar kötü yer“ olarak tanımlanabilecek “distopya” var.

İnsanlığın yeryüzündeki serüveni ütopyalarını gerçekleştirme arayışı olarak düşünmek mümkün. Belirli bir zamanda “yaşama geçirilemeyecek kadar iyi yer” olarak hayal edilen ütopyalar ilerleyen zamanlarda hayata geçebildiği gibi, her çağda ütopik yaşamların yan sıra distopik yaşamlar da eksik olmamakta. Örneğin Ortaçağda insan yaşamı doğduğu sınıfa belirlenirdi; asilzadeler doğuştan gelen imtiyazlara sahip olurken, köylüler de beylerinin, prenslerinin kulu, kölesi olarak ömür boyu çalışırdı. Bu nedenle Ortaçağda prenslerin ya da prenseslerin romantik aşklarını anlatan filmler hoşumu gitse de, bu romantizmin gerisinde koşuşturup duran, farkına bile varılmayan yüzlerce insanı düşünmeden edemem; yaşamları çalışmadan, itaatten, yine de hor görülmekten ibaret insanları!… Bir bakıma asillerin ütopik yaşamları, ötekilerin distopik yaşamlarıyla mümkün oluyordu da denilebilir. Tabii Ortaçağın distopyası bunlardan ibaret de değil; engizisyon mahkemeleri, cadı avları, yargısız hükümsüz ömür boyu zindanlara kapatılmak gibi nice distopya var bu çağda!.. i

Böyle bir dünyada her insanın eşit olduğu ve de hakları bulunduğu gibi bir düşüncenin “ütopikliğini” düşünün!… Söyleyenin deli sayılması kaçınılmaz! Çok şükür ki, her çağda insan için daha iyisini arayanlar, bunun mücadelesini verenler var; bu nedenle doğuştan gelen ayrıcalıklar gibi geçmişin haksız, hukuksuz daha birçok uygulaması bugün geçmişte kalmış durumda.

Örneğin kölelik her çağda vardı ve Amerika’da yakın zamanlara kadar sürdü. Büyük topraklarında köle kullanmaya alışmış ve dan vazgeçmek istemeyen Güney eyaletleri ile Kuzey arasında 1860’larda yaşanan iç savaşın nedeni de buydu. Savaşı kazanan Kuzey 1865 tarihinde köleliği kaldırdı; ancak ırk ayırımcılığı bir yüzyıl daha sürdü. Bu uğurda birçok mücadele verildikten sonra ancak 1965’de Anayasa’da yapılan değişiklikle eğitimden seçme- seçilme hakkına uzanan haklara kavuştular siyahlar. 1960’lardaki mücadelenin simge isimlerinden biri olan Martin Luther King’in sloganı da “Bir Hayalim Var” idi. Evet hayali ya da ütopyası vardı; tıpkı kendisini izleyen milyonlarca siyah gibi… Gerçi bugün bile bu hayalin ya da ütopyanın tümüyle gerçekleştiğini söylemek zor ama hayaller ve mücadeleler olmasa bugün başarılmış olanların da gerçekleşmemiş olacağını biliyoruz.

İnsanlığın ütopik arayışı bugün de sürüyor kuşkusuz. Ne var ki, ekonomik ve teknolojik gelişmelerin hak ve hukuk ve siyaset alanındaki gelişmelerin çok ötesine geçtiği, bir başka deyişle insanlıkla ilgili duygu ve anlayışın maddi gelişmelerin gerisinde kaldığını görmemek mümkün değil. Örneğin doğaya egemen hale gelen, teknolojik gelişmelerle yapay zeka ve algoritmalar dünyasına geçen, Harari’nin deyimiyle tanrılaşan insanın (Homo Deus) savaş, açlık, yoksulluk belaları gibi, tiranların yarattığı distopyalardan da kurtulamadığı ortada.

Bir zamanlar ütopya olan insan hakları, bugün hala milyarlarca insan için ütopya olmaktan öteye geçmiş değil. Kimi, açlık ya da yoksulluk içinde, kimi de düşündü konuştu diye hapishanelerde distopyalar yaşamakta.

Oysa, bugün “açıl susam açıl” benzeri masallar ile “kuş sütünün eksik olmadığı” sofraları önümüze serilmiş, marketleri dünyanın her yerinden gelen meyvelerle dolu bir dünya var önümüzde. Amerika’nın hamburgeri, Japonya’nın suşisi, Çin’in portakallı ördeği, Meksika’nın tacosu, İtalya’nın pizzası, Ortadoğu’nun falafeli, İspanya’nın paellası, Türkiye’nin döneri her yere ulaşmış durumda. Her şey dahil tatil köylerinde krallar gibi ağırlanmak da mümkün. Öte yandan cep telefonları, internet, akıllı evler, arabalarla yaşam hem zenginleşip hem kolaylaşırken, organ nakli yapmakla kalmayıp bioteknolojiyle sağlıksız organların yerini alacak yapay organlarla uzun ömürleri hatta “ölümsüzlüğü” hayal eder hale gelen bir insanlık söz konusu.

Ütopyalar için tek şart var; para!… Eh, o kadar da olacak diyebiliriz; masallarda prensesle evlenmek için Kaf dağını aşmak, ejderlerle boğuşmak gerektiği gibi bugün de kapıları açan anahtar para!…

Ne var ki, masalların gerçek olduğu bu dünyada insanın insanla savaşı ve şiddeti bitmiyor; savaşlar, ölüm ve sakatlıkların yanı sıra milyonlarca insanı yerinden etmekte. Örneğin, şimdi korona salgını nedeniyle 230 bini geçen ölümlere üzülüyoruz kuşkusuz ama yalnızca Suriye savaşında 600 binden fazla insanın öldüğünü ve bu insanların dünyada pek yankı uyandırmadığını unutamayız. Ölenler kadar yerinden yurdundan edilen insanların bitmeyen dramları da var. 2019 itibariyle dünyada 70 milyondan fazla savaş ve şiddet nedeniyle yerinden edilmiş, bilmediği topraklarda hayatta kalmaya çalışan mülteci var; 300 milyona yakın insan da başka ülkelerde tutunmaya çalışmakta; yollarda, denizlerde telef olanlar da ayrı…

“Kuş sütünün eksik olmadığı” sofraların dünyasında yüz binlerce aç, milyarlarca yoksul da var: Günde iki doların altında gelirle yaşamak durumunda olan 750 milyon, 3,2 doların altında geliri olan 2 milyara yakın insan, 5,5 doların altında bir gelirle yaşayan 3,3 milyar insan yaşıyor bu gezegende. Gelişmiş ekonomilerde bile zengin ve yoksul arasındaki aralık durmaksızın büyürken ulus devletler ve en geçerli sistem diye bellenen siyasal demokrasi işe yaramıyor; insan hakları neoliberal politikalar karşısında çaresiz, insanı sosyo-ekonomik koşullarıyla ele almak gerektiğini kabul eden sosyo–ekonomik haklarsa yok hükmünde!…

Özetle, insanlık, ekonomik ve teknolojik açıdan ne kadar gelişirse gelişsin, insan hakları, hukuk güvencesi, siyasal demokrasi gibi insanı onurlu bir yere koyan gelişmeler açısından yaya kalmış durumda. Doğuştan gelen ayrıcalıklar bitirildi ama onların yerini başka ayrıcalıklar aldı; yukarıda verilen birkaç örneğin de gösterdiği gibi distopyalar da devam etmekte.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s